Ey mutsuzlar! Kardeşlerinizi boğazlıyorlar,
göz yumuyorsunuz.
Çığlıklar duyuluyor,
ama siz susuyorsunuz.
Aramızda dolaşıp kurbanını seçiyor zorbanın teki,
Sessiz kalırsak bize dokunmaz diyorsunuz.
Bok yiyorsunuz!
Ne tuhaf yer burası,
sizler nasıl insanlarsınız!
Haksızlık varsa bir yerde eğer ayaklanmalı insan.
Ayaklanma olmuyorsa batsın o şehir yerin dibine.
Yansın bitsin, kül olsun karanlıklar basmadan!”
Bertolt Brecht
1905 yıllarından temelleri atılan, 1938 tarihinde hayata geçirilen dersim soykırımının sonucunda on binlerce insanın yaşamına mal olunmuş, on binlercesi topraklarını terk etmeye zorlanılmış, binlercesi ailelerinden kopartılarak evlatlık verilmiştir. Bugün de temelleri 1905’e uzanan Dersim soykırımının izlerine rastlamak mümkün. Ulus devlet paradigması ve liberal ekonomi-politiğin bir ürünü olarak örgütlenen soykırım bugün de neo liberal ekonomi politiğin bir sonucu olarak Dersim’in tümünün barajlar altında kalacağı projeler halinde sürdürülmeye devam etmektedir.
Devletin Kürt meselesine bakış biçimi, Dersim sorununa bakış biçiminden gelmektedir. Dersim sorununa bakış biçimi ise Ermeni soykırımına bakış biçiminden gelmektedir; Ermeni soykırımına bakış biçimi ise yunan katliamlarından gelmektedir. Zincirin halkaları andıran bu durum Türk devletinin politik muhtevasına dair etraflı bilgi sunmaktadır.
Osmanlı’nın, batının tahakkümü altında kaldığını düşündüğü ilk dönemden itibaren çeşitli revizyonlara giderek Batının tahakkümünü kırmak istemişse de başarılı olamamıştır. Osmancılık, Batıcılık, İslamcılık, Tanzimat, Islahat Fermanı, Birinci meşrutiyet, İkinci meşrutiyet ve son olarak cumhuriyet argümanına başvurulmuştur. Cumhuriyet projesi tıpkı birinci ve ikinci meşrutiyet gibi söylem düzeyinde işletilmiştir. Örgütlenmek istenen ulus devlet paradigması ama vizyona taşınan Cumhuriyet. Bu ilginç paradoks her yönüyle düşünmeye ihtiyaçtır, Çünkü ulus devlet argümanı stratejik eksenli ele alınıyorken, aynı anda Cumhuriyetten söz edilme imkanı yoktur. Cumhuriyet iddiası bu yönüyle ölü doğmuş bir bebektir. Osmanlı’da fiili işgal koşulları altında iken 1921 anayasasına kadar tek millet, tek bayrak argümanına başvurulmayarak fiili işgal koşullarında diğer etnik kesimlerle bütünlüklü hareket edilmesi tercih etmek zorunda kalınmıştır. 1924 anayasasına gelindiğinde, devletin uzunca zamandır inşa etmeye çalıştığı Türkçülük politikaları ete kemiğe büründürülmüş ve Türkiye cumhuriyeti topraklarında yaşayan herkes Türk ilan edilmiştir. İnkâr ve asimilasyon had safhaya taşınmış. Akabinde de ulus devlet paradigması dayanak alınarak katliam bir furya halinde egemen ulusun çıkarları mahiyetinde yeniden dizayn edilerek işletilmiştir. Dersim soykırımı ulus devlet inşa sürecinin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Soruna bu şekilde bakıldığında Mustafa Kemal’in talimat verip vermediği manipülasyonu daha anlaşılır hale gelmektedir. Çünkü katliam gerçek anlamda bir devlet projesi olarak uygulanmış ve temelleri çok daha öncelerden atılmıştır. Ulus devlet inşasının bir sonucu olarak katliamlara, yasaklara, asimilasyona maruz kalan tek başına Dersimliler değildir. Devletin çıkardığı yasalar ve anayasalarda bizatihi ulus devlet paradigması önünde engel olunacağı düşünülen tüm kesimleri kapsamaktadır.
Dersim katliamı talimatını kimlerin verdiği, katliamın nasıl yapıldığı sorularının cevabı bugün hiç olmadığı kadar iyi bilinmektedir. Daha evvelinde Dersim’de katliam olduğu ve bunun sorumlularının devlet olduğu ifadelerine hummalı bir şekilde Mustafa Kemal’in izole edildiği cevaplarla karşılık verilirdi. Şimdi ise Dersim katliamının kimler tarafından yapıldığının etraflı bilgisine sahibiz. Soykırımın talimatının Mustafa Kemal tarafından verildiğini de bilmekteyiz. Bir dipnot olarak, AKP’nin Dersim soykırımında Mustafa Kemal’in rolü ve pozisyonunu ifşa ediyor olmasının ardında, değişen ulus devlet paradigmasının yeni retoriği yatmaktadır.
Dersim’e dair bugün hiç olmadığı kadar araştırmalar yapılmakta, spesifik çerçeveler çizilmektedir. Devletin Dersim katliamını irdeleyen kesimlerin sorularına bir noktaya kadar cevap olmasının ardında yatan temel faktör Dersim soykırımını bir parti ya da bir klikten kaynaklandığını düşündürmek istemesindir. Devletin dersim soykıırımına çeşitli açıklamalar yapmak zorunda kalmasının temel etken toplumsal muhalefetin uzun zamandan beri sürdürdüğü mücadele iken, bir başka neden de Ulus devlet paradigmasının bugün küresel düzeyde sonuna geliniyor olmasıdır. Küresel düzeyde ulus devlet paradigması mikro düzeylere çekiliyorken Türk devletinin bu durumdan kopuk hareket etme imkânı bulunmamaktadır.
Ulus devlet paradigmasının tasfiyesi aynı zamanda geçmişte yaşanılan birçok katliamın da açığa çıkarılmasına yol açmaktadır. Geçmişte devletin bizatihi örgütlediği tüm katliamlar bir şekilde açılarak çeşitli cevaplar verilip sorunun tamamen üzerinin örtülmesi yeni olan bir aklın vazgeçilmez yönelimi olacaktır. Aksi durumda yeni Türkiye retoriğinin cevapsız kalmış katliamlar halkaları üzerinden bina edilme imkânı yoktur. Yeni olanın mutlak suretle bir eskiye sahip olması gerekmektedir. Yeni olan, eskiden farklı olmalıdır. Bu da geçmişte katledenlerin bugün yargılanması halinde olabilir ve Türk egemen sınıfları bu durumu çok öncesinden ön gördüklerinden kaynaklı bugün yeni Türkiye argümanını dizayn ederken aynı zamanda geçmişin tüm ölü kolinize olmuş bilgilerine de çeşitli cevaplar vermeye çalışmaktalar. Bu noktaya kadar gayet anlaşılır olup değişen sosyo-ekonomik yapının gereği olarak sosyo-politik hatta daha çeşitli spesifik yönelimlere gebe olunduğu aşikardır. Sorun geçmişte katledenlerin soykırıma maruz bırakanlara nasıl bir cevap verileceği ve nasıl yargılanacağıdır. Bu duruma en isabetli örnek muhtemelen 12 Eylül darbesinin yargılanması gösterilebilir. Sağdan soldan ve devlet sözcülerinden hep bir ağızdan 12 Eylül darbesinin bir grup cunta tarafından yapıldığı ve devlete askere halka rağmen yapıldığı retoriği işlenmektedir. Devlet yargılanma süreçlerini olabildiğince kendi aurasının ötesine çekebilmek için yığınla manipülatif argümanlara başvurmakta ve sonuçta geçmişte yapılan soykırımları, katliamları birkaç askerin siyasal fantazileri olarak yansıtmaktadır. 12 Eylül darbesinin bir grup cuntacının yargılanmasıyla sonuca erdirileceğini düşünmek tam bir akıl tutulmasıdır. 12 Eylül darbesinin devlet tarafından yargılanmasını beklemek de bir o kadar manipülatiftir. Dersim soykırımını devletin ele alış şekli de benzer arka planlardan beslenmekte. Soykırımı, tek başına CHP üzerine yıkılarak devletin kendisi aklanmak istenmekte. Dersim katliamı bir devlet projesidir ve bu projenin bugünkü nihai hali egemen sınıflar ve onun sözcüleri olan devlet partilerinin tümüdür. Geçmişe dönülerek katliamlara dair söylenen her söz kesintisiz bir biçimde devletin ve egemen sınıfların siyasi ideolojik dokusu ve bunun en önemli nedeni olan sınıfsal karakterinin takendisidir.
Dersim soykırımına neden karşı durmak gerekiyor?
Devletin ulus devlet paradigmasının inşa sürecinde sıklıkla katletme, imha etme, manipüle etme saldırılarına başvurduğu bugün çok daha açık şekilde görebilmekteyiz. Devletin yaptığı katliamlara karşı durabilecek muhalefetin cılızlığını biliyor olması da, katliamları devlet nezdinde ilk elden tercih haline getirmektedir. Bir katliamın, hak gaspının engellenebilmesinin en kolay en doğrudan yöntemi geniş kesimlerin güçlü muhalefetler örgütleyebilmesinden geçmektedir. Bir saldırı olduğunda en geniş kesimler saldırının karşısında durabiliyor ve saldırının takipçisi olabiliyorsa saldıran kesimler açısından sorun başlamaktadır. Saldıran kesimlerin yapacağı saldırının sonucunda sermayesinin zarara uğrayacağını ön görüyorsa doğal olarak geri adım atması kaçınılmaz. Çünkü egemenler açısından dinin, ahlakın, vicdanın, hümanizmin, etiğin, kültürün, ekolojinin ömrü sermayeye kâr kattığı sürecedir. Ola ki egemen sınıfların çıkarının zedelenmesi gibi bir durum söz konusu ise egemen sınıfların tüm kuralları ihlal etmesi kaçınılmazdır. Burjuvazinin hümanist ve işçi yandaşı görünümünün ardında yatan en temel etken tam olarak kaybedeceklerinin kazanacaklarından fazla geleceğini düşünmesindendir.
Sonuç olarak;
Dersimlilerin, Soma’da katledilen madenci yakınlarının, katledilen Alevilerin, herhangi bir fabrikada öldürülen işçilerin; dilinden, kimliğinden, inancından kaynaklı katliamlara maruz kalmış kesimlerin katillerinin kimler olduğu ortada durmasına karşın katledenlerin sağından solundan ıskalanıyor olması katledilmiş kesimlerin durdukları noktaların gerektirdiği fikirlere karşı yaşadıkları yabancılaşmanın sonucudur. Kendi fikirlerinin ne olduğunu bilmemek, kendi fikirlerinin gerektirdiği amaçları, yaşam şekillerini de bilmemeye yol açmaktadır. Bu da karşısında kümelenen yanlış fikirlerin doğruluğunu yanlışlığını ayırt edememesine yol açmaktadır. Dost-düşman ayrımı durduğu noktanın gerektirdiği fikirlerin bilinmesiyle ilintilidir. Patronun daha fazla kâr hırsının sonucunda 301 madencinin sıradan tedbirlerin alınmamasıyla öldürülmüştür. Madencileri öldüren maden sahibinin daha fazla akr amacı, madenin denetimini yapan devlet kurumlarının madendeki yetersizliği pas geçmeleri ise madenden edinilen kardan yapacakları akzancın bir sonucudur. Tüm bu kordinasyon ve hiyerarşinin sözcü mahiyetindeki ismi başbakan cumhur başkanı. Şimdi madende katledilmiş bir işçi yakınının eşini yada çocuğunun ölümüne yol açan asıl nedenlerin tamda kapitalist işleyiş olduğunu bilmesi halinde Başbakan ve eşinin ağlamaklı hallerine inanırmıydı? Yada patronun evlerine ziyarete gelmesine izin verirler miydi.
Keza Dersim soykırımının ardından Dersim nüfuslu olan kesimlerin CHP’ye oy vermesi AKP’ye oy vermesinden daha az anlaşılır değildir. Bir toplumun belleğinin geçmişte katledilmiş olması ve bu eksende ecdadının uğradığı katliama karşı intikam arzusuyla yetişmesi, yetiştirilmesi geçici çözümler sağlamasına karşın esas çözümlerin manipüle olmasına neden olmaktadır. Dersim’de yaşanılan katliamın sorumlularının bir bütün olarak devlet olduğunu anlatmak yerine katliamı CHP ile açıklamak ve seçim dönemlerinde Dersimlilerin “cellatlarına aşık olduklarını” söylemek devletin katliamdaki rolünü gizlemek isteyen ve aynı zamanda devletle sorunu olmayan kesimlerin aklının ürünüdür. Evet, Dersimlilerin CHP’ye oy vermelerini eleştirelim ama Dersimlilerin AKP’ye oy vermesini de eleştirelim. En doğrusu ise CHP’ye ve AKP’ye oy vermeyelim gibi reformist bir argümana başvurmak yerine Dersimlilere, meclisten bir şey beklememeleri gerektiği devrimci sloganını öğretelim…
ÜLKER SARI&CANAN BAKİ (15.11.2014)